Hiç bir şey anlatmayan hikayeler 2
Kafam da bir silah, boynumu kendine doğru çektirerek sıkan bir kol ve karşımda yeşil gözlerinde korkusunu izlediğim biri. Dışardaki sesleri duymuyordum. Zorla yaslanmak zorunda kaldığım bedenin, tüm gerginliği benimleydi. Gözlerimi kapattım ve belkide
yaşamımı sonlandıracak adamın içini dinlemeye çalıştım. Ilık ılık akan kanın ilerleyişi beni rahatlatıyordu..bir yaşamın ilerleyişi.. o benden daha çok korkuyor, titriyordu.
Ne dersen de ikna olmayacak öfkesiyle burun buruna geldim, küçücük dahi aralık yoktu, sıvışamıyordum. O kadar karmakarışıktı ki bu öfke..
“Bırak, bırak kızı”.. gülmek istiyordum, bulunduğum durum buna izin vermiyor ,dudaklarımı kupırtadamıyordum. Bir ağaç gövdesi kadar canlı ama hareketsizdim. Kurtulmak için çabalamak dahi istemiyordum, bulunduğum durumdan rahatsız değildim. Tatlı tatlı uykusu gelmiş, gözlerinin daldığı yerden kendini kurturamayan, aslında bunu denemek dahi istemeyen yorgun bir insan gibiydim. O kadar dalmıştı ki o uykulu insan, varlığı hareketin ne demek olduğunu dahi bilmiyordu sanki. Düşünceleri yavaş yavaş donuklaşıyor, duyguları yok oluyordu. Boşlukta asılı kalıyordu gözleri. O sırada dünya da duruyordu, olan biten inandırıcılığını yitiriyordu, gözleri açık rüya görüyordu.
İnsanlar etrafımıza birikmeye başlamıştı. Gözlerimi açtığımda, onların korkusunu ve en kötüsüde bize acıyarak bakan gözlerini gördüm. Beni tutsak alan, kızgın olamadığım ve kim olduğunu bilmediğim adamı ikna etmeye çalışıyorlardı.
Öfke kimseye göz açtırmıyor, hatta ateşini harlıyordu. Susmalarını istiyordum, herkes susmalıydı.. Adamın öfkesi bana çok tanıdık geliyordu, haklı buluyordum galiba onu. Ara ara başımda silah olduğunu farkettircek hareketler yapıyordu ama farkında değildi. Mantığını yitirmişti, öfkesini haklı bulduğumdan fazla öfkesini haklı buluyordu. Mantığıyla vedalaştığı nokta da en haklı oydu, çünkü acısı vardı.
Neyeydi öfkesi bilmiyordum , ama yaşadığımız yeri tanıyordum. Dünya denen bu yer, insanın öfkelenmesi için elverişliydi. Ama dünya da kalmak istiyordum, yada bu kadar insanın içinde ölmek istemiyordum. Dünyayı yaşanmaz kılan bu insanların önünde ölerek, onların başarısını sergileyecektim. Ama ben onlardan farklı olmak için çabalıyordum. İçlerinden biri ölmeliydi, benim ölümüm dünya için kayıp olurdu. Ben insanlık için bir umuttum. Yada farklı ama onlar kadar kötü biri..
Sakin kalmamı söylüyorlardı bakışlarıyla. O bakışlar bana değdiğinde yapışkan bir şeye dönüşüyordu, bundan iğreniyordum. Burdan gittiğimde hemen yıkayacaktım kendimi.
Polislerde gelmişti, silahı bırakması için konuşuyorlardı. Omzunda bir ağırlık hissettim. Başını omzuma koymuş ağlıyordu. Silah elinden düştü düşecekti. O zamana kadar emindim bana bir şey yapmayacağından, şimdi korkmaya başlamıştım. Öyle ağlıyordu ki, ya içinde ki iyiliğe dair herşeyi dışarı atıyor onları içinde ki kötülükden kurtarıyordu, yada pişman olmuş affedilmeyi bekliyordu.
Omzum damla damla yaşanmışlık doluyordu. Benim üzerime bıraktığı her neyse çok ağırdı. Kaldıramamaktan korktum..
Polislerden biri usulca yaklaşıp silahı aldı, beni ölümün kıyısından kurtardılar. Onu tutukladılar. Polislerden biri bana bakıp “nefes alabilirsin” dediğinde yere bağdaş kurmuş oturuyordum. Yeşil gözleri aradım. Onu, önlerinde ölmek istemediğim topluluğun arasına karışmış, konuşurken buldum. Nefes alıp güne devam ettim..
Yorumlar
Yorum Gönder